Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal

YUSUF ALEYHİSSELÂM

YUSUF
ALEYHİSSELÂM

 

. 2

Yûsuf
Aleyhisselâmın Soyu:
2

Yûsuf
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
2

Yûsuf
Aleyhisselâmın Başına Gelenler:
2

Yûsuf
Aleyhisselâmın Hanım Efendiyle Başı Dertte:
7

Kur’ân-I
Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
7

Yâkub
Aleyhisselâmla Bütün Ev Halkının Mısır’a Gelişi:
13

Yûsuf
Aleyhisselâmın Rüyasının Gerçekleşmesi:
13

Yâkub
Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin İstiğfar Edişi:
13

Yâkub
Aleyhisselâmın Çocuklarına Vasiyeti Ve Vefatı:
14

Yûsuf
Aleyhisselâmın Mâliye Vezirliği:
15

Yûsuf
Aleyhisselâmın Kıtlık Yıllarında Halkı Hükümete Besleten Bir Uygulaması:
15

Yûsuf
Aleyhisselâmın Evlenmesi Ve Doğan Çocukları:
16

Yûsuf
Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
16

Yûsuf
Aleyhisselâmın Vefatı:
16

Peygamberimiz
Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yûsuf Aleyhisselâmla Karşılaşıp
Selamlaşması:
17

 

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Soyu:    Başa
Dön

 

Yûsuf b. Yâkub, b. İshak, b.
İbrahim Aleyhisselâmlardır.[1] Yûsuf
Aleyhisselâmın annesi: Râhıl bint-i Leban’dır.
[2]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm; ak tenli, güzel
yüzlü, kıvırcık saçlı, büyük gözlü, ince bu­runlu, kalın pazulu, kalın bacaklı,
düz karınlı, düz göbekli idi ve yanağı, benli ıdi. [3]

Yûsuf Aleyhisselâm, suretçe, Âdem
Aleyhisselâmı andırırdı.

Yüzü, güneş gibi parlardı. [4]

Kendisine, güzelliğin yarısı
verilmişti[5]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Başına Gelenler:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm, annesi
Râhıl’den doğunca, babası, baksın diye, onu, Ha­lasına vermişti.

Yûsuf Aleyhisselâmın ilk ibtilâsı,
İshak Aleyhisselâmın kızı olan bu halası ile

başladı.

Yıllar, geçmiş, Yûsuf Aleyhisselâm,
gezer dolaşır olmuştu.[6]

Babası da, Halası da, Yûsuf
Aleyhisselâmı, son derece seviyorlardı. [7]

Yâkub Aleyhisselâm; kız kardeşine:

“Ey kardeşim! Yûsuf’u, artık,
bana teslim et!

Vallahi, onun, benden bir saat bile
uzak kalmasına dayanamıyorum dedi.

Kız kardeşi de:

“Vallahi, ben de, onu, bir
saat bile terk edemem!” diyerek red cevabı verdi.

Yâkub Aleyhisselâm, Yûsuf
Aleyhisselamı, almak için, ısrar edince, kız kardeşi:

“Bari, onu, bir kaç gün, benim
yanımda bırak ta, belki, bu, beni teselli eder.”

dedi. [8]

Yâkub Aleyhisselâm, onun yanından
çıkıp gittikten sonra[9], Hala
hanım, Is-hak Aleyhisselamın büyük çocuğu olması dolayısıyla yanında
bulundurduğu ku­şağını, Yûsuf Aleyhisselamın -elbisesinin altından- beline,
bağladı. Sonra da:

“Kuşak, kayboldu, bakınız!
Onu, kim almış?” dedi.

Ev halkının üzerleri aranınca,
kuşak, Yûsuf Aleyhisselamın yanında (belinde bağlı) bulundu. [10]

Onların mezhebine göre: hırsızı,
mal sahibi, tutar, hiç kimse, kendisine itiraz­da bulunamazdı. [11]  
Bunun için, Hala hanım:

“Vallahi, ben, Yûsuf hakkında,
istediğimi, yapabilirim!” dedi.

Yakub Aleyhisselâm gelince,
hâdiseyi, ona da, anlattı.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Yûsuf, şayet, böyle bir şey
yapmışsa, O, sana, teslim edilmiş olur. Benim elim­den bir şey gelmez!”
dedi. [12]

Hala hanım da, ölünceye kadar,
Yûsuf Aleyhisselamı, yanında tuttu.

Yâkub Aleyhisselâm, ancak, onun
ölümünden sonra, Yûsuf Aleyhisselamı, ya­nına alabildi. [13]

Yûsuf Aleyhisselâm, Yâkub
Aleyhisselâma, oğullarından, en sevgilisi idi.

Yûsuf Aleyhisselamın annesi Râhıl
da, Yâkub Aleyhisselâma, kadınlarından, en sevgili olanı idi. [14]

Yûsuf Aleyhisselamın, üvey
annelerinden doğma kardeşleri, Babalarının, Yû­suf Aleyhisselamı, gerek
çocukluğu ve gerek gençliği çağında böyle ço^sevdiği-ni ve onun üzerine
titrediğini gördükçe, onu, kıskanmağa başladılar. [15]

Yûsuf Aleyhisselamın kardeşleri ile
olan ibretli macerası, Kur’ân’ı Kerimde de, genişçe anlatılır. [16]

Yûsuf Aleyhisselâm, rü’yaîinda, on
bir yıldızla güneş ve ay’ın, kendisine, sec­de ettiklerini görüp bunu, babasına
anlatmıştı. Yâkub Aleyhisselâm, ona:

“Ey Oğulcuğum! Rü’yanı,
kardeşlerine, anlatma! Sonra, sana, tuzak kurarlar.

Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir
düşmanıdır!” demiş[17],
rü’yâsını yormuştu. [18]

Yâkub Aleyhisselâmın karısı Leyya
hatun.Yûsüf Aleyhisselâmın, Babasına söy­lediklerini, dinlemiş, işitmişti.

Yâkub Aleyhisselâm, ona:

“Yûsuf’un söylediklerini,
gizli tut, oğullarına haber verme!” diye tenbih etti. Leyya da:
“Olur!” dedi.

Yâkub Aleyhisselâmın oğulları,
otlaktan geldikleri ve gizli tutulması emir ve ten­bih edilen rü’yâ,
kendilerine haber verildiği zaman[19],
Yûsuf Aleyhisselâma o ka­dar kızdılar ki, şah damarları, şişti, tüyleri, diken
diken oldu. [20]

Annelerine:

“Güneş, Babamızdan başkası
değildir! Ay, senden başkası değildir! Yıldızlar da, bizden başkası değildir!

Hiç kuşkusuz, Râhıl’ın oğlu,
üzerimize hükümdar olmak: Ben, sizin Seyi-dinizim? [21]

Sizler, benim kölemsiniz! [22]
demek istiyor!” dediler. [23]

Yûsuf Aleyhisselâma karşı
kalblerinde taşıdıkları kıskançlık ve kini, büsbütün artırdılar. [24]

Onu, öldürmek veya uzak ve ıssız
bir yere atmak suretiyle, kendisinden kurtu­lup Babalarının teveccühünü ve
sevgisini, kendilerine münhasır kılmak istediler.

İçlerinde en faziletlisi ve en
akıllısı olan Yehuza[25]:

“Yûsuf’u, öldürmeyiniz!

Çünkü, adam öldürmek, büyük ve ağır
bir suçtur.

Onu, bir kuyuya bırakınız da,
oradan gelip geçen yolcu kafilesinden biri, onu, bulup alsın, götürsün!

Yapacaksanız, böyle yapınız!”
dedi.[26]

Yûsuf Aleyhisselâmı,
öldürmeyecekleri hakkında onlardan, kesin söz aldı. [27]

Yâkub Aleyhisselâmın huzuruna çıkıp
Yûsuf Aleyhisselâmı, kendileriyle birlik­te kıra göndermesi için konuşmayı
kararlaştırdıkları zaman, Yâkub Aleyhisselâ­mın en büyük oğlu Rubil:

“Babanız, Yûsuf hakkında, size
güvenmeyecektir.

Fakat, Yûsuf’un yanına varıp
kendisinin önünde oyun oynayalım.

Bizim nasıl neşelendiğimizi,
oynadığımızı, görünce, bizimle gitmeye hevesle­nir.” dedi.

Gidip önünde gülüşe gülüşe oyun
oynadılar ve onu, kendileriyle birlikte oyna­mağa heveslendirdiler.

Yûsuf Aleyhisselâm, onlara:

“Ey kardeşlerim! Siz, otlak
yerinizde de, hep böyle oynar mısınız?” diye sordu.

“Evet! Ey Yûsuf! Eğer, bizim
otlak yerlerimizde oynadığımızı görseydin, sen de, yanımızda bulunmayı arzu
ederdin!” dediler.

O kadar heveslendirdiler ki, bunu,
kendisi, onlardan istemeğe başladı ve:

“Ey kardeşlerim! Beni, Babama
götürünüz de, sizinle göndermesini isteyiniz!” dedi. [28]

“Ey Yûsuf! Sen, bizimle gidip
oynamak, avlanmak istiyor musun?” dediler.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Evet! İsterim!” dedi.

“Öyle ise, seni, bizimle
birlikte göndermesini, Babandan iste!” dediler. [29]

Onlar; Yâkub Aleyhisselâmın yanına
gidip önünde durdular.

Kendisinden, bir şey isteyecekleri
zaman, böyle yaparlardı.

Yakub Aleyhisselâm, karşısında
sıralandıklarını görünce, onlara:

“Nedir hacetiniz,
isteğiniz?” diye sordu.

Yûsuf Aleyhisselâmın, kendileriyle
birlikte kıra gidip bol bol yemesine, oyna­masına müsâade etmesini istediler ve
onu, iyice koruyacaklarını bildirdiler.

Yâkub Aleyhisselâm, onların gaflete
dalıp Yûsuf Aleyhisselâmı, kurda yedir­melerinden korktuğunu söyledi.

Onlar, kendilerinin güçlü bir
topluluk olduğunu, böyle bir musibetin asla vuku’ bulamayacağını ileri
sürdüler.

Yâkub Aleyhisselâma, oğullarına
kurt tehlikesinden bahsettiren, kendisinin, o sıralarda görmüş olduğu bir rü’yâ
idi.

Yâkub Aleyhisselâm, rü’yâsında, bir
dağ başında, öldürmek için, Yûsuf Aley-hısselâmın üzerine, on kurdun
saldırdığını, onlardan bir kurdun ise, onu, korudu­ğunu, sonra, yer yarılıp
içine girdiğini, ancak, üç gün sonra, oradan çıkabildiğini görmüş, bunun için,
Yûsuf Aleyhisselâm hakkında kurd korkusuna düşmüş[30],
oğullarına: “Onu, kurt yemesinden korkuyorum!” demişti. [31]

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Babacığım! Beni, onlarla
gönder!” dedi.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Sen de, bunu, onlarla
birlikte gitmeyi istiyor musun?” diye sordu.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Evet!” deyince, Yâkub
Aleyhisselâm, onun da, kardeşleriyle birlikte gitmesi­ne izin verdi.

Yûsuf Aleyhisselâm, elbisesini
giydi. [32]

Yâkub Aleyhisselâm, onu
kardeşleriyle birlikte gönderdi.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
yapmacık ikramlar göstererek götürdüler.

Otlak yerine vardıkları zaman,
düşmanlıklarını, açığa vurdular, onu, dövmeğe başladılar.

kardeşlerinden biri, Yûsuf
Aleyhisselâmı döver, Yûsuf Aleyhiselâm, başka bi­rini, imdadına çağırır, o da,
gelip yardım yerine, onu, döverdi!

Kendisine, onlardan, bir acıyanını
görmedi. Yûsuf Aleyhisselâmı, öldüresiye dövdüler. [33]

Yâkub Aleyhisselâmdan, Yûsuf
Aleyhisselâm için aldıkları yiyeceği, köpekleri­ne yedirdiler.

Yûsuf Aleyhisselâm, son derece
susamıştı. Onlara:

“Öldürmeden önce, bana, azıcık
su içiriniz!” diye yalvardığı halde, su da, içir-mediler! Onlardan hiç
birinin, kendisine acımadığını görünce:

“Ey Babacığım! Ey Yâkub!
Câriye oğullarının, Senin oğluna yaptıklarını[34] bil­miyor
musun?! [35] Bir bilsen! [36]

Ey Babacığım! Onlar, Senin ahdini
bozdular, vasiyetini, zayi ettiler!” [37] diye­rek
feryad ediyordu. [38]

Rubil, hemen tutup onu, öldürmek
için, göğsünün üzerine yatırdı. “Ey Râhıl’ın oğlu! Rü’yâna söyle de, seni,
kurtarsın!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâm, Yehuza’dan istimdad etti, yardım
diledi. [39]

Yûsuf Aleyhisselâmın Teyzesinin
oğlu olup diğerlerine nazaran Yûsuf Aleyhis­selâm hakkında biraz daha insaflı,
biraz daha ileri görüşlü olan Yehuza[40],
onlara:

“Siz, onu, öldürmeyeceğiniz
hakkında bana kesin söz vermiş değil-miydiniz?! [41]

Onu, kuyuya, bırakınız!”
deyince[42], Yûsuf
Aleyhisselâmı, bırakmak için, ku­yunun yanına sürüyüp götürdüler! [43]

Bu kuyu; Medyen ile Mısır arasında[44],
Beytülmakdis bölgesinde yeri, belli[45],
Yâkub Aleyhisselâmın evine üç fersahlık uzaklıkta idi.

Korkunç, karanlık, dibi geniş, ağzı
dar, içine bırakılan, dibine kolayca düşüp helak olur, içinden çıkmak, düşen
için, imkânsız, suyu, tuzlu bir kuyu idi.

Bu kuyu, Sâm b. Nuh Aleyhisselâmın
kazdığı kuyulardandı. Ahzan Kuyusu diye de, anılırdı.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, bu
kuyuya bırakmak maksadı ile[46], kuyunun
içine sarkıttıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, kuyunun kenarına elleriyle tu­tunmuştu.

Bunun üzerine, onun ellerini,
boynuna bağladılar.

Üzerindeki gömleğini de, soyduktan
sonra, kendisini, kuyuya sarkıttılar. [47]

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Kardeşlerim! Gömleğimi, bana
geri veriniz! Kuyuda, onunla örtüneyim. [48]

Kuyudaki haşeratı, onunla tutup
kendimden defedeyim! [49]

Ölümümden sonra da, o, bana, kefen
olsun!” dedi. [50]

Kardeşleri:

“Güneşi, Ay’ı ve on bir
yıldızı, çağır da, seni, oraya alıştırıcı olsunlar!” dedileı

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Ben, hiç bir şey
göremiyorum!” dedi.

Onu, kuyunun yansına varıncaya
kadar sarkıtıp ölsün diye birden bırakıverdiler!

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyudaki suyun
içine düştü.

Kuyudaki bir kayanın üzerine çıkıp
dikildi. [51]

Kardeşleri, kuyuya bıraktıkları
zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, ağlıyordu.[52]

Kuyunun başındaki kardeşleri, ona,
seslenince, Yûsuf Aleyhisselâm onların merhamete geldiklerini sanıp cevap
vermişti.

Hemen, üzerine, bir kaya parçası
bırakıp onu, öldürmek istediler. Yehuza, kalktı, onları, böyle yapmaktan men
etti ve:

“Hani, siz, onu,
öldürmeyeceğiniz hakkında, bana kesin söz vermiştiniz!?”

dedi. [53]

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuya
bırakıldığı zaman, on yedi yaşında idi. [54]

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
kuyuya bıraktıktan sonra, hemen davarların cinden bir kuzu veya oğlak kesip
kanını, Yûsuf Aleyhisselâmın gömleğine bulaş­tırdılar. Kestiklerinin etini de,
yediler. [55]

Akşamleyin, ağlayarak ve Yûsuf
Aleyhisselâmı kurt yediğini anarak babaları­nın yanına geldiler[56]

Yâkub Aleyhisselâm, yolun üst tarafında
oturup Yûsuf Aleyhisselâmı, ne za­man getirecekler? diye onları, bekleyip
duruyordu.

Oğulları yaklaşıp hep birden
ağlayarak seslerini yükseltince, Yâkub Aleyhis­selâm, onların, bir musibete
uğradıklarını anladı.

Yanına geldikleri zaman, Yâkub
Aleyhisselâmın önünde yakalarını yırttılar ve ağladılar.

Yâkub Aleyhisselâm, korktu ve:

“Ey oğullarım! Size, ne oldu?
Yûsuf, nerede?” diye sordu.

Kurt, yediğini ve onun kanlı
gömleğini getirdiklerini söyledikleri zaman’[57]

“Gösteriniz bana onun
gömleğini?” dedi.

Gösterdiler.

“Vallahi, ben, bugüne kadar,
bundan daha yumuşak huylu kurt görmedim!

Oğlumu, yemiş de, onun gömleğini,
yırtıp parçalamamış!?” diyerek feryad etti ve bayıldı.

Uzunca bir müddet sonra, ayıldı.

Ayıldığı zaman, çok ağladı. Sonra
da, gömleği alıp kokladı, öptü. [58]
Yüzüne ve gözlerine sürdü. [59]

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuda üç gün
kaldı. [60]

Yehuza, her gün, Yûsuf
Aleyhisselâma -kardeşlerinden gizlice- yemek ge­tirirdi. [61]

Dördüncü gün, Medyen’den gelip
Mısıra gitmek isterken, yollarını şaşıran bir yolcu kafilesi, kuyunun yakınına
geldiler, kondular.

Medyen halkından, Araplardan Mâlik
b. Za’r adındaki bir adamı, kendileri için, su aramağa gönderdiler.

Adam, kuyuya kovayı salınca, Yûsuf
Aleyhisselâm, kovanın ipine yapıştı.

Kova, kuyunun ağzına erişince,
Mâlik, Yûsuf Aleyhisselâmı görüp[62]
arkadaş­larına, bir genç bulduğunu müjdeledi. [63]

Yehuza, yine, Yûsuf Aleyhisselâma
yemek getirmişti. Onu, kuyuda göreme­yince, bakıp Malik’le arkadaşlarının
yanında bulunduğunu gördü, Hemen dönüp bunu, kardeşlerine haber verdi.

Hepsi, Mâlik’in yanına geldiler. [64]

“Bu, bizden kaçan
kölemizdir!” dediler. [65]

Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerinin,
kendisini, ondan alınca, öldürmelerinden korkup halini gizledi. [66]

Malik:

“Öyle ise, ben, onu, sizden
satın alayım!” dedi.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
Malik’e[67],
yirmi[68] veya
yirmi iki dirheme, ya da, kırk dirheme sattılar[69]

Malik ve arkadaşları, Yûsuf
Aleyhisselâmı, satın alıp giderlerken[70],
Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri, onlara:

“Onu, sımsıkı bağlayınız ki[71],
kaçmasın! [72] Çünkü, o kaçaktır, hırsızdır,
yalancıdır!

Biz, onun, size işleyeceği
kusurlardan ve ayıplarından uzaklaşmış bulunuyo­ruz!” dediler.

Malik, Yûsuf Aleyhisselâmı, deveye
bindirip Mısır’a götürdü.

Yûsuf Aleyhisselâm; annesinin yolda
bulunan kabrini görünce, kendisini, de­veden kabre atmamağa kadir olamadı.

Kabrin üzerine kapandı ve:

“Ey annem! Ey Râhıl! Başını,
yerin altındaki topraktan kaldırıp oğlun Yûsüf’e bakta, onun, senden sonra ne
belâlara uğradığını bir gör!

Ey anneciğim! Düştüğüm za’f ve
zilleti bir görmüş olsaydın, bana, ne kadar acırdın!

Ey anneciğim! gömleğimi, nasıl
soyduklarını, beni, nasıl bağladıklarını, yüzü­mü, nasıl tokatladıklarını,
taşlarla, beni, nasıl taşladıklarını, kuyunun içine nasıl bıraktıklarını, bana,
hiç acımadıklarını,

Beni, köle gibi nasıl sattıklarını,

Beni, esir gibi nasıl taşıdıklarını
bir görseydin!” diyordu.

Malik; devenin üzerinde, Yûsuf
Aleyhisselâmı, göremeyince, yolcu kafilesine:

“Haberiniz olsun ki: Uşak,
ailesine dönmüş!” diyerek bağırdı.

Kafile halkı, arayıp Yûsuf
Aleyhiselâmı, kabrin üzerinde buldular.

İçlerinden birisi; Yûsuf
Aleyhisselâmın üzerine dikilip:

“Ey Uşak! Efendilerin, bize
senin, kaçak, hırsız olduğunu, haber vermişlerdi.

Biz, senin şu yaptığını görünceye
kadar, buna, inanmamıştık!” dedi.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Vallahi, ben, kaçmış değilim.

Fakat, siz annemin kabrine yol
uğratınca, kendimi, onun kabrinin üzerine at­mamağa kadir olamadım!” dedi.

Malik, hemen elini kaldırıp Yûsuf
Aleyhisselâmın yüzüne bir şamar indirdi ve çekip devesinin üzerine bindirdi.

Mısır’a varıncaya kadar da, kendisini,
bağlı bulundurdular. Malik, Mısır’a varınca, ona, yıkanmasını emr etti.

Yusuf Aleyhisselâm, yıkandı. [73]
Malik, ona, güzel bir elbise giydirdi ve onu satışa çıkardı. [74]

Mısır çarşısında bulunan kimseler,
Yûsuf Aleyhisselâmın bedelini yükseltme­ğe, artırmağa başladılar. [75]

Mısır Azîz’i[76]
Kutfîr veya Utfîr -ki, Mısır Hazineleri Bakanı idi[77]
Yûsuf Aley-hisselâmı, Malik’ten, yirmi Dinar (altun) [78]
ve bir çift ayakkabı ile iki beyaz elbi­se karşılığında[79]
satın alıp[80] evine
götürdü. [81]

Karısı Râil’e:

“Bu genç, olgunluk çağına,
bizim görmekte olduğumuz işleri anlayacak bir yaşa gelince, bize yararlı,
yardımcı olur, ya da, onu, oğul ediniriz.” dedi.

Mısır Azîz’i, kadınlarla
münâsebette bulunmayan bir zat idi.

Karısı ise, hem güzel, hem de,
devlet ve dünya nimetleri içinde yaşayan bir kadındı. [82]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Hanım Efendiyle Başı Dertte:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâmın yüzünün
güzelliği, Hanım Efendinin kalbine, onun sev­gisini düşürmüştü. [83]

En sonunda, bir gün, onu,
kendisiyle temasa heveslendirmek maksadı ile, Yû­suf Aleyhiselâmın
güzelliklerini anmağa başladı:

“Ey Yûsuf! Saçın, ne kadar
güzel!” dedi.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Cesedimden, ilk dökülecek
şey, odur!” dedi.

Hanım Efendi:

“Ey Yûsuf! Gözlerin, ne kadar
güzel!” dedi.

“Cesedimden, ilk önce, yere
akacak şey, o’dur!” dedi. Hanım Efend’r.

“Ey Yûsuf! Yüzün, ne kadar
güzel!” dedi, Yûsuf Aleyhisselâm:

“O, toprak içindir, toprak,
onu, yiyecektir!” dedi. [84]

 

Kur’ân-I Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:    Başa
Dön

 

Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın
gördüğü rü’yâdan itibaren başından geçen­leri şöyle açıklar:

“Bir vakit, Yûsuf, Babasına:

Babacığım! Gerçekten, ben, rü’yâda,
on bir yıldızla güneş ve ay’ı gördüm. Gör­düm ki, onlar, bana, secde
edicilerdir! demişti.

(Babası Yâkub):

Oğulcağızım! Rü’yânı, kardeşlerine
anlatma! dedi.

Sonra, sana, bir tuzak kurarlar.

Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir
düşmanıdır.

Rabb’in, seni, öylece (rü’yada
gördüğün gibi) beğenip seçecek (Peygamber ya­pacak, mülk’ü saltanata erdirecek)

Sana, rü’yâ tabirine ait bilgi
verecek. Sana karşı da, Yâkub Hanedanına karşı da, nimetlerini -daha önce de,
Ataların İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi- ta­mamlayacaktır.

Şüphesiz ki, Rabb’in, her şeyi
bilendir, tam hüküm ve hikmet Sahibidir.

And olsun ki: Yûsuf’un ve
kardeşlerinin haberlerinde (onları) soranlar için, nice ibretler vardır.

Hani, onlar (o kardeşler) şöyle
demişlerdi:

Yûsuf’la kardeşi (Bünyamin),
Babasının yanında, muhakkak, bizden daha sev­gilidir.

Halbuki, biz (birbirimizi
destekleyen güçlü) bir cemâatiz. Babamız, her halde, açık bir yanılgı içindedir.
Yûsuf’u, öldürünüz!

Yahud, onu (uzak ve ıssız) bir yere
atınız ki, Babanızın teveccühü, yalnız size münhasır olsun ve siz, ondan sonra,
sâlih bir zümre olasınız!

İçlerinden, bir sözcü:

Yûsuf’u, öldürmeyiniz! Onu, bir
kuyunun dibine bırakınız da, bir yolcu kafilesin­den biri, onu (yitik olarak)
alsın!

Eğer (mutlaka) yapacaksanız (böyle
yapınız!) dedi.

Bunun üzerine;

Ey Babamız! Sen, bize, Yûsuf’u, ne
diye inanmıyorsun?

Halbuki, biz, onun en
hayrhâhlarıyız!

Yarın, onu, bizimle birlikte
(kır’a) gönder de, bol bol yesin, oynasın.

Şüphesiz, biz, onun
koruyucularıyız! dediler.

(Babaları):

Onu götürmeniz, muhakkak ki, beni,
tasaya düşürür.

Siz, kendisinden gafil bulunurken,
onu, kurt (gelip) yemesinden korkarım! dedi.

And olsun ki: bizim (güçlü) bir
cemâat olmamıza rağmen, onu, kurt yerse, bu takdirde, biz de, hüsrana
uğrayanlardan oluruz! dediler.

Nihayet, vaktâ ki, onu, götürdüler.

Onu, kuyunun dibine bırakmayı,
kararlaştırdılar.

Biz de, kendisine (Yûsuf’a) and
olsun ki: Sen, onlara, hiç farkında değillerken (bir gün), bu işlerini, haber
vereceksin! diye Vahy ettik.

(Yûsuf’un kardeşleri) akşamleyin,
ağlaya ağlaya Babalarına geldiler:

Ey Babamız! Hakikaten, biz gittik,
yarış edecektik.

Yûsuf’u da, eşyamızın yanında
bırakmıştık. (Bir de ne görelim!!!)

Onu, kurt, yemiş!

Biz, doğru söyleyenler olsak ta,
(biliyoruz ki) Sen, bize inanıcı değilsin! dediler.

Bir de, üstüne yalancıktan bir kan
(bulaştırılmış olan) gömleğini getirdiler.

(Yâkub):

Hayır! Nefisleriniz, sizi aldatıp
(böyle büyük) bir işe sürüklemiş!

Artık, (bana düşen) güzel bir
sabırdır.

Sizin şu anlatışınıza karşı,
yardıma sığınılacak (ancak) Allâh’dır! dedi.

Bir yolcu kafilesi gelip Sakalarını
(kuyu başına) yolladılar.

O da, kovasını, saldı.

ÂH Müjde! İşte, bir Civan! dedi.

Onu, bir ticaret malı gibi sakladılar.

Allah ise, ne yapacaklarını, pekâlâ
bilici idi.

Onu, değersiz bir bahaya, bir kaç
dirheme sattılar.

Onlar, bunun hakkında rağbetsiz
idiler.

Onu, satın alan bir Mısırlı,
karısına:

Bunun Makamını (katımızda) şerefli
tut!

Umulur ki: bize yararı, olur, yahud,
onu, evlad ediniriz! dedi.

İşte, Yûsuf’u, böylece (Mısır)
arz(ın)da, yerleştirdik ve ona, rü’yânın tâbirini (yo­rumunu) öğrettik.

Allah, emrinde (hâkim ve) galibdir.

Fakat, insanların çoğu (bunu)
bilmezler.

O, tam ergenlik çağına girince,
kendisine hüküm ve ilim verdik.

İşte, iyi hareket eden insanları,
biz, böyle mükâfatlandırırız.

Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun
nefsinden murad almak istedi.

Kapıları, sımsıkı kapadı ve:

Sana, söylüyorum: beri gel! dedi.

O ise:

Allah’a, sığınırım! Doğrusu, o
(Mısır Azîz’i), benim Efendim’dir.

O, bana, güzel bir mevki vermiştir.

Hakikat, şudur ki: zâlimler, asla
felah bulmaz! dedi.

O (kadın) ise, and olsun ki, ona,
niyeti kurmuştu.

Eğer, Rabb’inin Burhanını, görmemiş
olsaydı, (belki Yûsuf’da) onu, kasdetmiş gitmişti.

İşte, Biz, ondan fenalığı ve fuhşu,
bertaraf edelim diye böyle (Burhan gönderdik). Çünkü, o, (tâatta) Ihlâsa
erdirilmiş kullanmadandı.

İkisi de (Yûsuf, ondan kaçıp
kurtulmak, kadın da, onu tutup bırakmamak için) kapıya doğru koştular.

O (kadın), bunu, gömleğini,
arkasından (tutup) boylu boyunca yırttı. Kapının yanında (kadının) Efendisine
rastgeldiler. (Suçunu kapatmak maksadiyle kadın, kocasına):

Zevcene, kötülük etmek isteyenin
cezası, zindana atılmaktan, yahud acıklı bir azabdan başka ne olabilir? dedi.

Yûsuf:

O, kendisi, benim nefsimden murad
almak istedi! dedi.

Onun (kadının) yakınlarından bir
şahid de, şehâdet etti ki:

Eğer, gömleği, önünden yırtıldı
ise, (kadın) doğru söylemiştir, bu ise, yalancılar­dandır.

(Yok) eğer, gömleği, arkadan
yırtıldı ise, (kadın) yalan söylemiştir.

Bu ise, doğru söyley
idlerdendir.” dedi.

Vaktâ ki (zevci, Yûsuf’un
gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü ve:

Şüphesiz ki: bu, sizin (siz
kadınların) fendinizdendir.

Çünki, sizin fendiniz, büyüktür.

Yûsuf! Sen, bundan (bu meseleyi
söylemekten) vazgeç!

(Ey kadın!) Sen de, günahına
istiğfar et! Çünkü, sen, gerçekten, günahkârlar­dan oldun! dedi.

Şehirdeki bir kısım kadınlar:

Azîz’in karısı, delikanlısının
nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgi, yüreği­nin zarına işlemiş!

Görüyoruz ki: o, muhakkak, apaçık
bir sapıklıktadır! dediler.

Vaktâ ki, (kadın) onların, gizliden
gizliye yaptıkları dedikoduları, işitti.

Kendilerine (dâvetci) yolladı.

Onlar için (rahatça) yaslanacak bir
yer (bir de, sofra) hazırladı.

Onlardan, her birine (etleri,
meyvaları kesmek için) birer bıçak verdi.

(Yûsuf’a):

Çık karşılarına! dedi.

Şimdi, onlar, bunu görünce,
kendisini, büyük bir varlık olarak tanıdılar. (Hayran­lıklarından) ellerini,
kestiler ve:

Sübhânâllâh! Bu, bir beşer
değildir?

Bu, çok şerefli bir Melek’ten
başkası değildir! dediler.

(Kadın):

İşte, beni, kendisi hakkında
ayıpladığınız, şu gördüğünüz (Zat)dır.

And ederim ki: onun nefsinden ben
murad almak istedim de, o, nâmuskârlık gös­terip redd et)di.

Yemin ederim ki: eğer, o, kendisine
emredeceğimi, yapmazsa, her halde, Zin­dana atılacak ve her halde zillete
uğrayacaklardan olacaktır!” dedi.

(Yûsuf):

“Ey Rabb’im! Zindan, bana,
bunların davet edegeldikleri şey(i işlemek)den da­ha sevgilidir.

Eğer, Sen, bunların tuzaklarını,
benden döndürmezsen (belki) onlara meyi eder, câhillerden olurum!” dedi.

Bunun üzerine, Rabb’i, onun duasını
kabul etti, ve onların tuzaklarını, kendisin­den savdı.

Çünkü, O, hakkıyle işitenin, her
şeyi bilenin ta kendisidir.

Sonra, bütün o delilleri
gördüklerinin ardından, mutlaka, onu, bir zamana kadar Zindana atmaları reyi
onlara zahir oldu.

Onunla birlikte Zindana iki de,
delikanlı girdi. Bunlardan birisi:

Ben, rü’yamda, kendimi şarap(üzüm)
sıkıyor gördüm! dedi. Öbürü de:

Ben de, rü’yamda, kendimi, başımda
ekmek götürüyor, kuşlarda, ondan (kek-meleyip) yiyor! gördüm.

Bize, bunun tabirini, haber ver.

Çünkü, biz, seni, iyilik edenlerden
görüyoruz.” dedi.

(Yûsuf):

Size, rızıklanacağınız bir taam
gelecek oldu mu, ben, muhakkak, onun ne oldu­ğunu, size daha gelmezden önce,
haber veririm.

Bu, Rabb’imin, bana öğrettiği
ilimlerdendir.

Çünkü, ben, Allah’a inanmaz bir
kavmin dinini -ki, onlar, Âhireti inkâr edenlerin 2 kendisidirler- terk ettim.

Atalarım İbrahim’in, İshak’ın,
Yâkub’un dinine uydum. Allah’a, her hangi bir şeyi ortak katmamız, bizim için
(doğru) olmaz. Bu (Tevhid), bize ve insanlara, Allah’ın lütuf ve
inâyetindendir. Fakat, insanların çoğu (buna) şükretmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! Darma
dağınık bir çok düzme tanrılar mı hayırlıdır, yok­sa, hepsine ve her şeye galib
ve Kahhâr olan bir tek Allah mı?

Sizin, onu bırakıp taptıklarınız,
kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları (kuru) adlardan başkası değildir.

Allah, bunlara, hiç bir Burhan
indirmemiştir.

Hüküm, Allâh’dan başkasının
değildir.

O, kendisinden gayrısına ibadet
etmemenizi emreylemistir.

Dosdoğru din, işte, budur.

Fakat, insanların çoğu bilmezler.

Ey zindan arkadaşlarım!
(Rüyalarınızın yorumuna gelince):

Biriniz, Efendisine şarap içirecek,
diğeri ise, asılıp tepesinden kuşlar, yiyecektir!

işte, hakkında fetva istemekte
olduğunuz mesele (böylece) olup bitmiştir! dedi.

(Yûsuf), bu ikisinden kurtulacağını
bildiği kimseye:

Beni, Efendinin yanında an! dedi.

Fakat, şeytan, Efendisine anmayı,
ona, unutturdu da, (bu yüzden Yûsuf) daha nice yıllar, zindanda kaldı.

(Bir gün) Kral:

Ben, rü’yâmda yedi arık (inek)in
yemekte olduğu yedi semiz inekle yedi yeşil oaşak ve diğer (yedi) kuru (başak)
görüyorum!

Ey ileri gelenler (Kâhinler)! Eğer,
rü’yâ, tâbir ediyorsanız, benim bu rü’yâmı da, nallediniz! dedi.

Onlar da:

“(Bunlar) karma karışık
düşlerdir.”

Biz, böyle düşlerin tabirini bilici
(kimse)ler değiliz! dediler. (Zindandaki) iki (arkadaş)dan, kurtulanı, nice
zaman sonra (Yûsuf’u) hatırladı da: Ben, size, onun tâbirini haber vereyim.
Beni, hemen gönderiniz! dedi. (Zindana gidip):

Yûsuf! Ey çok doğru sözlü!
Kendisini, yedi arık (inek) yemekte olan yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer
(yedi) kuru başak hakkında bize bir fetva ver.

Ümid ederim ki: insanlara (isabetli
cevabınızla) dönerim.

Belki (bu suretle) onlar, (Senin
yüce kadrini) bilirler, (dedi)

(Yûsuf):

“Yedi yıl âdet veçhile ekin
ekiniz.

Yiyeceğiniz az bir miktar hâriç
olmak üzere, biçtiklerinizi, başağında bırakınız.

Sonra, bunun ardından yedi kurak
(yıl) gelecek.

(Tohumluk için) saklayacağınız az
bir miktar hariç olmak üzere, önceden birik­tirdiklerinizi, yeyip götürecek.

Sonra, bunun ardından da, bir yıl
gelecek ki, insanlar, o zaman, yağmura kavu­şacak ve o zaman sıkıp
sağacaklar!” dedi.

(Bunu duyan) Kral:

“Onu (Yûsuf’u) bana
getiriniz!” dedi.

Bunun üzerine, ona Elçi gelince:

“Efendine dön de, ellerini
kesen o kadınların zoru ne idi? Kendisine sor?

Şüphe yok ki, benim Rabb’im,
onların fendini, hakkıyla bilicidir.” dedi.

(Kral, o kadınları toplayıp):

Yûsuf’un nefsinden murad almak
istediğiniz zaman, ne halde idiniz?” diye sordu.

(Kadınlar):

Hâşâ! Allah için, biz, onun
hakkında bir kötülük bilmiyoruz!” dediler.

Azîz’in karısı da:

“Şimdi, hak meydana çıktı.

Ben, onun nefsinden murad almak
istedim.

O ise, seksiz, şüphesiz, doğru
söyleyenlerdendir!” dedi.

(Elçi gelip de, Yûsuf’a bu kesin
itirafı naklettikten sonra, o, dedi ki: benim) bu (itirafa lüzum görüşüm,
Azîz’in) gıyabında kendisine hakîkaten hainlik yapmadığı­mı ve Allah’ın,
hâinlerin hilesini, hiç şüphesiz, muvaffakiyete erdirmeyeceğini, onun da,
bilmesi içindi.

(Bununla beraber) ben, nefsimi,
tebrie etmem.

Çünkü, nefis, muhakkak ki, olanca
şiddetiyle kötülüğü emredendir.

Meğer ki, Rabb’imin esirgemiş
bulunduğu (bir nefis) ola.

Zira, Rabb’im, çok yarlıgayıcı, çok
esirgeyicidir.

Kral:

“Getiriniz onu, bana!

Onu, kendime hâs bir (Müsteşar)
edineyim!” dedi.

Onunla konuşunca da:

Sen, bugünfden itibaren) bizim
katımızda mühim bir mevkii sahibisin! Emin (bir -rıüsteşar)sın! dedi.

(Yûsuf):

Beni, memleketin hazineleri üzerine
(Memur) et!

Çünkü, ben, onları, iyice korumaya
muktedir ve (bütün tasarruf şekillerine) vâkı-‘tm! dedi.

İşte, o yerde Yûsuf’a, böyle bir
kudret (ve şeref) verdik. O, neresini, isterse, orada, konaklardı.

Biz, rahmetimizi, kimi dilersek,
ona nasîb ederiz. İyi hareket edenlerin mükâfatı­nı zayi etmeyiz.

İman edip te, takvada devam
edenlere hâs olan Âhiret mükâfatı ise, daha ha­yırlıdır.

Yûsuf’un kardeşleri gelip onun
huzuruna girdiler. (Yûsuf) onları, hemen tanıdı. Onlar ise, bunu,
tanımıyorlardı. Vaktâ ki, (Yûsuf), onların (zahire) yüklerini hazırladı. Bana,
baba bir erkek kardeşinizi de, getiriniz. Görmüyor musunuz (size) tam ölçek
veriyorum. Ben misafirperverlerin (Konukseverlerin) hayırlısıyım.

Eğer, onu, bana getirmezseniz,
artık, benim yanımda, size hiç bir kile yok! (bo­şuna) bana yaklaşmayınız!
dedi.

Onu, Babasından istemeye çalışırız
ve her halde (bunu) yaparız, dediler. (Yûsuf) uşaklarına:

Onların sermayelerini[85]
yüklerinin içine koyuveriniz. Olur ki, ailelerine döndük­leri zaman, bunun,
farkına varırlar da, belki, yine (buraya) dönerler! demişti.

Bu suretle Babalarına döndükleri
zaman: “Ey Babamız! Bizden, ölçek, men olundu.

Bu sefer, kardeşimizi de, bizimle
birlikte yolla da, ölçek alalım.

Biz, her halde, onu, muhafaza
edicileriz!” dediler.

(Yâkub):

“Ben, size, onu inanırmıyım?

Meğer ki, bundan önce, kardeşi
(Yûsuf’u) inandığım gibi ola.

Allah, en hayırlı koruyucudur.

O, Esirgeyicilerin de,
Esirgeyiçişidir!” dedi.

Meta’larını (zahire yüklerini)
açtıkları zaman, sermayelerini, kendilerine geri gön­derilmiş buldular.

Ey Babamız! Daha ne istiyoruz?
İşte, sermayemiz de, bize iade edilmiş!

(Biz, onunla tekrar) ailemize
zahire getiririz.

Kardeşimizi, koruruz. Bir deve yükü
zahire de, artırırız.

Bu seferki aldığımız, az bir
ölçektir. (Bize yetmez!) dediler.

(Yâkub):

“Etrafınız kuşatılmadıkça
(çaresiz kalmadıkça) onu, bana, her halde getireceği­nize dâir Allah’dan bana
sağlam bir taahhüd verilinceye kadar, onu sizinle birlikte, kabil değil,
gönderemem!” dedi.

Artık, Babalarına te’minatlarını
verince, o da:

Allah, benim ve sizin bu
dileklerimize Vekil (şâhid olsun!) dedi.

(Hareketleri esnasında da):

“Oğullarım! (Mısıra) Hepiniz,
bir kapıdan girmeyiniz!

Ayrı ayrı kapılardan giriniz.

(Bununla beraber, bu sözümle)
Allâh(ın kazâsın)dan hiç bir şeyi üzerinizden gi-deremem!

Hüküm, Allâh’dan başkasının
değildir.

Ben, ancak, Ona güvenip dayandım.

Tevekkül edenler de, yalnız Ona
güvenip dayanmalıdır!” dedi.

Vaktâ ki, onlar, (Mısır’a)
babalarının, kendilerine emrettiği veçhile, girdiler.

Bu, Allah’ın (Kazasından) hiç bir
şeyi, onların üzerinden gideremedi.

Sâdece, Yâkub’un nefsindeki dileği,
meydana çıkarmış oldu.

Şüphe yok ki, (Yâkub), kendisini
(Vahy ile) öğrettiğimiz için, bir ilim sahibi idi.

Ancak, insanların bir çoğu
(Kader’in Sırrını) bilmezler.

 (Kardeşler) Yûsuf’un huzuruna
girince, o, kardeşini, kendi yanına aldı.[86]
(Ona):

Ben, senin kardeşinim. Onların
(geçmişte bizlere) yapmış olduklarına tasalan­ma! dedi.

Vaktâ ki, (Yûsuf) onların (zahire)
yüklerini hazırladı.

Su kabını, öz kardeşinin yükü içine
koydu.

Sonra, bir Münâdî, arkalarından
şöyle bağırdı:

Ey Kafile! (Durunuz!) Siz, seksiz,
şüphesiz hırsızlarsınız!

(Yâkub’un oğulları) onlara,
dönerek:

Ne kaybettiniz? (Ne arıyorsunuz?)
diye sordular.

Kralın su kabını, kaybettik,
dediler.

Onu, getirene, bir deve yükü
(bahşiş) var! Ben de, buna, kefilim!

(Yâkub’un oğulları):

Allah! Allah! (bizim hüviyetimizi,
ahlâkımızı) siz de, öğrenmişsinizdir.

Biz, bu yere, and olsun ki, fesad
çıkarmak için gelmedik.

Biz, hırsız kimseler de, değiliz!
dediler.

Şimdi, yalancı olursanız (çalanın)
cezası, nedir? dediler.

Onun cezası: yükünde (hırsızlık
mal) bulunan kimsenin kendisidir.

İşte, o kimse, bunun cezasıdır.

Biz (memleketimizde) zâlimleri
(hırsızları) böyle cezalandırırız! dediler.

Bunun üzerine (Yûsuf), kardeşinin
kabından evvel, onların kablarını (aramağa) başladı.

Nihayet, onu, kardeşinin kabından
çıkardı.

İşte, biz, Yûsuf için, böyle bir
tedbir kullandık.

Yoksa, o, Kralın dinine göre:
kardeşi (esir olarak) tutabilecek değildi.

Meğer ki, Allâhın iradesi ola.

Biz, kimi dilersek, onu, nice
derecelerle yükseltiriz.

Her ilim sahibinin üstünde, daha
iyi bilen vardır.

(Yâkub’un oğulları):

Eğer, o, çalmış bulunuyorsa, onun,
bundan önce, bir kardeşi de, çalmıştı! Dediler.[87]

O vakit, Yûsuf, bu (sözü) içine
gizledi. Bu(nun hakikatini) onlara açıklamadı.

(Kendi kendine):

Sizin durumunuz, daha kötüdür.

Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun
mâhiyetini, çok iyi bilendir! dedi.

(Yâkub’un oğulları):

Ey Azız!’ Gerçekten, bunun, çok
ihtiyar bir Babası var.

Binâenaleyh, onun yerine, (bizden)
birimizi, alıkoy!

Seni, muhakkak, iyilik edenlerden
görüyoruz! dediler.

(Yûsuf):

“Eşyamızı, nezdinde bulduğumuz
kimseden başkasını yakalamamızdan Allah’a sığınırız.

Çünkü, o takdirde, elbette zâlimler
olmuş oluruz!” dedi.

Vaktâ ki, ondan ümidlerini
kestiler, fısıldaşarak bir tarafa çekildiler.

Büyükleri:

“Babanızın, sizden, Allah
adıyla teminat almış olduğunu, daha önce de, Yûsuf hakkında kusur işlediğinizi
bitmediniz mi?

Artık, ben, ya Babam, bana izin
verinceye, yahud benim için Allah hükmedin-ceye kadar, buradan katiyen
ayrılmam!

O, hâkimlerin hayırlısıdır!

Siz, dönünüz, Babanıza da,

Ey Babamız! Oğlun, inan ki,
hırsızlık etti.

Biz, bildiğimizden başkasına
şâhidlik yapmadık.

Gayb’ın bekçileri de, değildik.

(İstersen) içinde bulunduğumuz (ve
döndüğümüz) şehir (Mısır halkına) da, ara­larında geldiğimiz kervana da sor!

Biz, seksiz, şüphesiz doğru söyley
idleriz! deyiniz!” dedi.

(‘.’)

 (Bunun üzerine, Yâkub):

“Hayır! Sizi, nefisleriniz
aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş.

Artık (bana düşen), güzel bir
sabırdır.

Allah’ın, onların hepsini birden
bana getirmesi, yakın bir ümiddir.

Gerçek, şudur ki: her şeyi bilen,
yegâne hüküm (ve hikmet) sahibi olan ancak Odur!” dedi.

Onlardan yüz çevirdi ve:

Ey Yûsuf’un üstünde (titreyen)
tasam! (Gel, şimdi tam gelmen zamanıdır!) dedi /e hüzün ve kederinden,
gözlerine ak düştü.

(Bununla beraber) O, artık, gamını,
tamamen yutmakta idi. Sen, dediler, hâlâ, Yûsuf’u, anıp duruyorsun.

And olsun ki; sonunda, ya
kederinden hastalanıp eriyeceksin, ya da, helake uğ­rayanlardan olacaksın!

(Yâkub da):

“Ben, taşan kederimi,
mahzurluğumu, yalnız Allah’a şikâyet ediyorum!

Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice
şeyleri de -Allah tarafından- biliyorum!

Oğullarım! Gidiniz! Yûsuf’la
kardeşinden (bütün duygularınızla) bir haber araş-

nrınız!

Allah’ın rahmetinden de, ümidinizi
kesmeyiniz!

Çünkü, gerçek şudur ki: kâfirler
güruhundan başkası, Allah’ın rahmetinden ümi­dini kesmez!” dedi.

Bunun üzerine (Yâkub’un oğulları,
tekrar Mısır’a gidip Yûsuf’un) huzuruna çık­tıkları zaman:

“Ey Aziz! Bizi de, ailemizi
de, darlık bastı.

Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile
geldik.

Bize, yine, tam ölçek ver!

Hakkımızda, ayrıca lütufkârlık ta,
et!

Çünkü, Allah, lütuf kârları,
mükâfatlandırır!” dediler.

(Yûsuf):

“Siz (henüz) cahil kimseler
iken, Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı, biliyor musunuz?” dedi.

(Kardeşleri):

“Âââ! dediler, Sen’misin gerçekten,
Yûsüf’musun Sen?!”

Oda:

“Ben, dedi, Yûsuf’um bu da,
kardeşim!

Allah, bize, (selâmet ve kerametle)
lütfetti.

Çünkü, hakikat şu ki, kim,
(Allah’dan) korkar, (belâlara) katlanırsa, her halde, Allah, iyi bereket
edenlerin mükâfatını, zayi etmez.”

(Kardeşleri):

“Allah’a yemin ederiz ki:
Allah, Seni, gerçekten, bizden üstün kılmıştır.

Biz, doğrusu, (sana yaptığımız
hareketlerde) suçlu idik!” dediler.

(Yûsuf) de:

“Size, bu gün, hiç bir başa
kakma ve ayıplama yok!

Sizi, Allah, yarlıgasın!

O, Esirgeyicilerden daha
Esirgeyicidir!

Şu benim gömleğimi, götürünüz de,
onu, Babamın yüzüne koyunuz. İyice görür (hale) gelir.

Bütün ailenizi de, bana,
getiriniz!” dedi. Vaktâ ki, kafile, (Mısırdan) ayrıldı, (Öteden) Babaları
(Yâkub):

“Bana, bunak demezseniz,
inanınız ki: (şimdi) Yûsuf’un kokusunu, duyuyorum!” dedi.[88]

(Yanındakiler):

“Allah’a yemin ederiz ki: Sen,
hâlâ, eski yanılgında (ber devâm)sın” dediler.

Fakat, müjdeci gelip te, onu,
(Yâkub’un) yüzüne koyduğu, o da, derhal (yeni baştan) görür bir hale geldiği
zaman;

“Ben, size, bilmediğiniz
şeyleri -Allâh’dan- muhakkak, biliyorumdur! demedim mi?” dedi.

(Mısırdan gelen oğulları):

“Ey Babamız! Bizim için
(günahlarımıza) istiğfar ediver. Biz, hakîkaten, suçlular idik?” dediler.
(Yâkub):

“Sizin için, Rabb’ime, sonra,
istiğfar ederim. Hakîkat, şu ki: O, çok yarlıgayıcı, çok Esirgeyicidir!”
dedi. [89]

 

Yâkub Aleyhisselâmla Bütün Ev Halkının Mısır’a Gelişi:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerine:

“Bütün Ev halkınızı da, bana,
getiriniz!” deyip[90] bir
takım teçhizatla iki yüz sinek devesi gönderdi. [91]

Yâkub Aleyhisselâm; yetmiş[92]
veya yetmiş iki[93], ya
da, seksen üç[94]
nü-fusluk ev halkıyla birlikte[95]‘,
Mısır’a yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Mı­sır’ın Büyük Kralı ile
konuştu.

Dört bin askerin başında ve
Mısırlılardan bir çok süvariler de, yanında bulun-auğu halde[96],
şehrin dışında Yâkub Aleyhisselâmı, karşıladı.’[97]

Yâkub Aleyhisselâm, oğlu Yehûza’ya
dayanarak yaya yürümekte idi.

Yâkub Aleyhisselâm; askerler ve
süvarilerle halkın başında, Yûsuf Aleyhisse-âmın geldiğini görünce:

“Ey Yehûza! Bu, Mısırın Büyük
Firavunu mu?” diye sordu.

Yehûza:

“Hayır! Bu, oğlun
Yûsüf’dur!” dedi.

Baba, oğul, birbirlerine
yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Ona, selâm vermek istedi ve Yâkub
Aleyhisselâm, buna daha lâyık ve müstahık idiyse de,

“Selâm olsun sana ey hüzün ve
tasaları gideren!” diye kendisi, önce, ona, selâm verdi. [98]

Yâkub Aleyhisselâm, Mısır’a gelip
kral’a dua edince, yüce Allah Mısır’daki kıt­lığın kalanını da, kaldırdı. [99]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Rüyasının Gerçekleşmesi:    Başa
Dön

 

Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın
rü’yâsının nasıl gerçekleştiğini de, şöyle açıklar:

“Sonra, vaktâ ki, onlar
(Yûsuf’un) nezdine girdiler. O, Babasını ve Anasını, kucakladı. (Yanına aldı)
ve: inşâallâh, hepiniz, emîn emîn Mısır’da sakin olunuz! dedi. Babasını ve
Anasını, Tahtının üstüne çıkartıp oturttu.

Hepsi, onun için secde ettiler.[100]

(Yûsuf):

Ey Babam! dedi, işte, bu, evvelce
gördüğüm rü’yânın gerçekleşmesidir.

Gerçekten, Rabb’im, onu, doğru
çıkardı. Bana, iyilik etti.

Çünkü, beni, zindandan çıkardı.

Şeytan, benimle kardeşlerimizin
arasını bozduktan sonra da, O, sizi, çölden getirdi.

Şüphesiz ki, Rabb’im, dilediği
şeyleri, çok güzel, çok ince tedbir edendir.

Hakkıyle bilen, tam hikmet sahibi
olan O’dur.

Yâ Rab! Sen, bana mülk(ü saltanat)
ve sözlerin te’vîlinden bir ilim verdin.

Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada
da, Âhirette de, benim Yâr’im, Sensin!

Benim canımı, Müslüman olarak al!

Beni, Sâlihler’e kat! [101]

 

Yâkub Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin İstiğfar Edişi:    Başa
Dön

 

Yüce Allah; Yâkub Aleyhisselâmın ev
halkını Mısır’da topladığı zaman, suçlu oğulları, birbirlerine:

“Şeyh Yâkub’a ve Yûsuf’a,
neler yaptığınızı, biliyorsunuz değil mi?” diye sorup,

“Evet! dediler, eğer, onlar,
sizin suçlarınızı, bağışlarlarsa, Rabb’inizle olan du­rumunuz nasıl olacak?

İşinizin doğrulması, düzelmesi, Şeyh’e
gitmenizdir!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâmın yanına varıp
önüne oturdular.

Yûsuf Aleyhisselâm da, Babasının
yanında oturuyordu.

“Ey Babamız! Biz, sana,
şimdiye kadar gelmediğimiz bir iş hakkında geldik.

Başımıza, şimdiye kadar bir benzeri
daha gelmeyen bir iş geldi!

Peygamberler, halkın en
merhametlisidirler!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Ey oğulcuklarım! Ne var
başınızda?” diye sordu.

“Bizim tarafımızdan sana ve
kardeşimiz Yûsüf’e karşı yapılmış olanları, bili­yorsun değil mi?”
dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Evet! Biliyorum!” dedi.
“Sizler, bizi affettiniz değil mi?” dediler. Yâkub Aleyhisselâmla
Yûsuf Aleyhisselâm: “Evet!” dediler.

“Eğer, Yüce Allah, bizleri,
affetmeyecek olursa, sizin, bizleri affetmeniz, bizi Allah’ın azabından
kurtarmaz!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Ey oğulcuklarım! Benden, ne
yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu.

“Bizim için, Allah’a dua
etmeni, Allah tarafından vahiy geldiği zaman, bizi, af-‘etmesini, kendisinden
dilemeni, istiyoruz.

Eğer, dileğin kabul edilir de,
hepimiz affedilirsek, gözlerimiz aydın ve kalbleri-miz mutmain ve müsterih
olacaktır.

Aksi takdirde, bizim için dünyada
ebediyen göz aydınlığı ve sevinç olmayacak­tır!” dediler.

Bunun üzerine, Yâkub Aleyhisselâm,
ayağa kalkıp kıbleye yöneldi.

Yûsuf Aleyhisselâm da, Onun arkasında
ayakta durdu.

Kardeşlerin hepsi de, zelil ve
huşulu olarak ikisinin arkasında ayakta durdular.

Yâkub Aleyhisselâm, dua etti.

Yûsuf Aleyhisselâm da, âmîn! dedi.

Uzun yıllardan sonra, Yâkub
Aleyhisselâmın vefatına yakın, Cebrail Aleyhis­selâm gelip oğulları hakkındaki
duasının kabul edildiğini, onların, yaptıkları şey-terden affedildiklerini
müjdeledi.[102]

 

Yâkub Aleyhisselâmın Çocuklarına Vasiyeti Ve Vefatı:    Başa
Dön

 

Yâkub Aleyhisselâm; bütün ev
halkıyla birlikte Mısır’a geldikten sonra, Yûsuf Aleyhisselâmın yanında on yedi
yıl oturdu.[103]

Yâkub Aleyhisselâm, ölüm döşeğine
düşünce, oğullarına:

“Benden (vefatımdan) sonra,
neye ibadet edeceksiniz?” diye sorduğu zaman:

“Senin İlâhına ve Babaların
İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın bir tek İlâh olan Al­lah’ına ibadet edeceğiz!
Biz, Ona teslim olmuş (Müslüman)larız!” dediler.[104]

“Ey oğullarım! Allah, sizin
için (İslâm) dini(ni) beğenip seçti.

O halde, siz de, ancak, Müslümanlar
olarak can veriniz!” (dedi).[105]

Yâkub Aleyhisselâm, vefat edeceği
sırada, bütün oğulları ve oğullarının oğul­ları toplandı.

Yâkub Aleyhisselâm, onlara bereket
duası yaptı. Onlardan her birisi için birer söz söyledi.

Kılıcını ve yay’ını, Yûsuf
Aleyhisselâma verdi. [106]

Cesedinin götürülüp Babası ishak
Aleyhisselâmın kabirinin yanına gömülme­sini, ona vasiyet etti. [107]

Yâkub Aleyhisselâm, yüz kırk yedi
yaşında vefat etti. [108] Ona
ve gönderilen bü­tün Peygamberlere Selâm olsun!

Mısır halkı, ona, yetmiş gün
ağladılar. [109]

Yûsuf Aleyhisselâm, doktorlara
emretti: Babasının cesedini, güzel koku ile ko-kuladılar.

Cesed, kırk gün, koku içinde
bekletildi. [110]

Yûsuf Aleyhisselâm, Babasının,
saç’dan tâbut’a konulan[111]
cesedini, ev hal­kının yanına gömmeğe gitmek üzere, Mısır Kralından izin
istedi. İzin verilince’[112],
yanında, askerler, kardeşleri ve Mısırlıların büyükleri olduğu halde, gitti. [113]
Hab-run’a vardı. [114]

Ays b. İshak Amca’nın vefatı da, o
güne rastladığı için, bir anneden ikiz olarak doğdukları gibi, Yâkub
Aleyhisselâmla Ays b. İshak Aleyhisselâm, aynı günde bir kabre de, birlikte
gömüldüler. [115]

Yûsuf Aleyhisselâma, orada, yedi
gün baş sağlığı dilendikten sonra yurdlarına döndüler.

Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri de,
Babasından dolayı, Yûsuf Aleyhisselâma taziyede bulundular. [116]

Yâkub Aleyhisselâmın defninden
boşaldıktan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm: “Benimle birlikte Mısır’a dönünüz!”
deyince, kardeşleri, korktular. “Babamız, sana, bizim suçumuzu,
bağışlamanı, tavsiye etmişti ya!?” dediler. Yûsuf Aleyhisselâm:

“Siz, benden korkmayınız!

Çünkü, ben, Allâh’dan korkan bir
kimseyim!” dedi.

Bunun üzerine, kalbleri rahatlaşan
kardeşleri, Mısıra döndüler ve orada oturdular. [117]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Mâliye Vezirliği:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’a on yedi
yaşında gelmişti.

Mısır Azîz’inin evinde on üç yıl
kaldı.

Otuz yaşında bulunduğu sırada,
Mâliye Vezîri oldu. [118]

Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’da vazifesini,
adaletle yerine gteirdiği için, kadın er­kek… herkesin sevgisini kazandı. [119]

Kendisi, kıtlık günlerinde,
doyasıya yemek yemezdi. [120]

“Yer yüzünün hazineleri elinde
iken, ne için aç duruyor, karnını doyuramıyor­sun?” denildiği zaman:

“Tok olursam, [121]
açları, unuturum diye korkarım” derdi. [122]

Yûsuf Aleyhisselâm; Kralın
aşçısına, Krala, geceli gündüzlü bir günde öğle vak­tinde bir kere yemek
vermesini emretti.

Bununla da, Kral’m, açlığı tadıp
açları, unutmamasını ve muhtaçlara ihsanda bulunmasını sağlamak istedi.

Aşçı, böyle yaptı.

Artık, Kralların, yemeklerinin, gün
ortasında verilmesi âdet oldu. [123]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Kıtlık Yıllarında Halkı Hükümete
Besleten Bir Uygulaması:
    Başa Dön

 

Gelen ilk kuraklık ve kıtlık yılı,
bolluk yıllarında hazırlanan her şeyi silip süpü­rüp yok etti.

Mısır halkı, bu ilk yılda, bütün
altun ve gümüşlerini verip Yûsuf Aleyhisselâm’-dan, yiyecek satın aldılar.

Mısır’da ne bir dirhem, ne de, bir
dinar kaldı. Hepsini, böylece, Devlet aldı.

Halk, ikinci yılda, bütün zinet
eşyalarını, takımlarını verip Devletten, yiyecek satın aldıiar.

Halkın elinde bir şey kalmadı.

Halk, üçüncü yılda, büyük küçük baş
hayvanlarını verip Devletten yiyecek sa­tın aldılar.

Dördüncü yılda, halk, bütün erkek,
kadın kölelerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

Halkın elinden alınmadık ne bir
erkek, ne de, bir köle kadın kaldı.

Beşinci yılda, halk, arazi, akar ve
evlerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

Halkın elinde hiç bir mülk kalmadı.

Altıncı yılda, halk, çocuklarını
verip Devletten, buğday veya arpa satın alır oldular.

Hiç bir kimsenin köle olmadık ne
oğlan, ne de, kız çocuğu kalmadı. Yedinci yılda, halk canlarını, Devlete satıp
Devletten, yiyecek satın aldılar. Mısır’da Kralın eline geçmeyen ne bir hür, ne
de, erkek veya kadın köle kaldı.

Bundan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm,
bu icrâatını, nasıl bulduğunu sorup takdir ve tasvip ile karşıladığını söyleyen
Mısır Kralı Firavun Reyyan’a:

“Ben, Allah’ı ve Seni şâhid
tutarım ki: Bütün Mısır halkını âzâd ettim ve kendi­lerine, mülklerini,
akarlarını, kölelerini ve oğullarını geri verdim!” dedi.

Halk, Yûsuf Aleyhisselâmın bu
işinden hayretlere düştüler:

“Vallahi, biz, bundan daha
şanlı ve daha büyük bir Vezîr görmedik! dediler. [124]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Evlenmesi Ve Doğan Çocukları:    Başa
Dön

 

Mısır Kralı; Yûsuf Aleyhisselâmı,
ölen Vezîr’in karısı Rail[125] ile
evlendirdi. Yûsuf Aleyhisselâm, Râil’e:

“Senin, vaktiyle benden
istemiş olduğun şeyden, böylesi, daha hayırlı değil midir?” dedi.

Râil:

“Ey dost! Sen, beni, kınama!

Gördüğün gibi, ben, devlet ve dünya
nimetleri içinde yaşayan güzel bir kadın idim.

Efendimin ise, kadınlarla teması
yoktu.

Allah, seni de, olduğun gibi, güzel
suret ve heyette yaratmıştı. Gördüğün gibi, nefsim, bana, galebe
çalmıştı!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil’i, bakire bulduğu da,
söylenir.

Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil’den,
Efrâim ve Mîşa’ adındaki oğulları doğ-muştur. [126]
Efrâim; Yûşa’ b. Nün, b. Efrâim Aleyhisselâmın dedesidir.

Mîşa’ın da, Mûsâ adında bir oğlu
olup kendisi, Mûsâ b. İmran Aleyhisseiâm-dan önce Peygamber olmuştu.

Tevrat Ehli ise, Hızır Aleyhisselâmı
arayan Mûsâ b. İmran Aleyhisselâmın, bu, Mûsâ b. Mîşa’ olduğunu zan ve iddia
etmekle[127],
ağır bir yanılgıya düşmüşler, yalan söylemişlerdir. [128]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Peygamberliği
Ve Bazı Faziletleri:
   
Başa Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm; daha on yedi
yaşında bulunduğu ve kuyuya bırakıldığı sı­rada[129],
İlâhî Vahy’e mazhar kılınmış[130],
Rabb’i tarafından beğenilip seçil-miş[131],
tâatta ihlâsa erdirilmiş kullardan1[132] bir
Peygamberdi[133].

Amr b. Imlak, b. Lavez, b. Sâm
soyundan gelen Mısır kralı İkinci Firavun[134]
Reyyan b. Velîd’i, Allah’a imana davet edip iman ettirmişti.

Onun ölümünden sonra, yerine aynı
soydan gelen Kabus b. Musab b. Muâvi-ye’yi de, imana davet etmiş ise de, ona,
kabul ettirememişti[135]

Kendisi, kâfir[136]
ve zorba idi. [137]

Yûsuf Aleyhisselâm, Kral’a ve ileri
gelenlerine apaçık burhanlar getirdiği hal­de, onlar, onun getirdiği şeyler
hakkında hep şüphe edip durdular.

Hattâ, Yûsuf Aleyhisselâm, vefat
edince de:

“Bundan sonra, Allah, asla
Peygamber göndermez!” dediler.

Allah, haddi aşan şüpheci
kimseleri, işte, böyle şaşırtır. [138]

 

Yûsuf Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa
Dön

 

Yûsuf Aleyhisselâm; Babası Yâkub
Aleyhisselâmın vefatından sonra, yirmi üç yıl daha yaşadı.[139]

Yûsuf Aleyhisselâm; vefatı
yaklaştığı sırada, İsrail oğulları kavminden seksen erkeği yanına topladı.

Onlara; ecelinin geldiğini, yakında
vefat edeceğini, Kıbtîlerden tanrılık iddia­sında bulunacak bir zorbanın kral
olup İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını,
bırakacağını ve İsrail oğullarına işkencenin en kötüsünü tattıracağını,
saltanatının, uzun müddet süreceğini, sonra, İsrail oğullarından La-vi b.
Yâkub’un oğullarından Mûsâ b. İmran adında, uzun boylu, kıvırcık saçlı, es­mer
tenli bir zat çıkacağını, Yüce Allah’ın, onun eliyle İsrail oğullarını, Kıbtî
Fira-vun’un elinden kurtaracağını haber verdi.[140]

Mısırdan çıkıp giderlerken,
cesedini, Babalarının yanına gömülmek üzere, yan­larında götürmelerini vasiyet[141],
kardeşi Yehuza’yı da, İsrail oğullarının üzerine Halîfe tayin etti. [142]

Yûsuf Aleyhisselâm, vefat ettiği
zaman, yüz yirmi yaşında idi. [143] Ona
ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun!

Yûsuf Aleyhisselâmın cesedi,
kokulanıp mermer bir tabut içine konuldu. [144] Nil
nehrinin kenarına gömüldü. [145]

Üzerine, su salınıp kabir, su
altında, bırakıldı. [146]

 

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yûsuf
Aleyhisselâmla Karşılaşıp Selamlaşması:
    Başa Dön

 

Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâm-la birlikte üçüncü kat göğe
yükseldiler.

Cebrail Aleyhisselâm, göğün
kapısını çaldı, göğün bekçisine:

“Aç!” dedi.

“Sen, kimsin?” denildi.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Cebrail’im!” dedi.

“Yanında kimse var mı?”
diye soruldu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Muhammed (Aleyhisselâm)
var!” dedi.

“O (Mîrac için) gönderildi
mi?” diye soruldu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Gönderildi!” dedi.

Kapı, açılınca, kendisine, güzelliğin
yarısı verilmiş olan Yûsuf Aleyhisselâmla karşı-

laştılar. [147]

Peygamberimiz Aleyhisselâm:

“Ey Cebrail! Kim bu?”
diye sordu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Bu, senin kardeşin Yûsuf b.
Yâkub (Aleyhisselâm)dır. [148]

Selâm ver ona!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselâm, selâm
verdi.

O da, Peygamberimiz Aleyhisselâma
mukabele ettikten sonra:

“Hoş geldin! Safa geldin!
Salih kardeş! Salih Peygamber!” dedi. [149]

 



[1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54, Ahmed b.Hanbel-Müsned
c.2,s.96, Buharî-Sahih c.4,s.121, Tirmizî-Sünen c.5,s.293, Hâkim-Müstedrek
c.2,s.347, 571, Sâlebî-Arais s.108, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaralülebrar
c.1,s.127 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.194,199.

[2] ibn.Kuteybe-Maarif s.18,19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O,
Taberî-Tarih c.1,s.163, Sâlebî-Arais s.102, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/271.

[3] Sâlebî-Arais s. 109.

[4] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.290-291, Muhyiddin
b.Arabî-Muhadara c.1,s.1O3, Zehebî-Tarihulislam-Sîre s.531, Hâkimden naklen
Ebülfida-Tefsir c.2,s.252, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.2,s.129.

[5] Ibn.Ebî-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, A.b.Hanbel-Müsned
c.3,s.148, Müslim-Sahih c.1,s.146, Taberî-Tarih c.1,s.169, Beyhakî-Delail
c.2,s.179 Begavî-Mesabîhussünne c.2,s.179.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/271.

[6] Taberî-Tarih c.1,s.169-l70, Salebî-Arais s. 133.

[7] Salebî-Arais s.133, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.137.

[8] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.133,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[9] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

[10] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.133,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[11] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[12] Taberî-Tarih c.1,s.170.

[13] Sâlebî-Arais s.133, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[14] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O.

[15] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberî-Tarih c.1,s.165,
Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.47, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[16] Yûsuf: 4-101.

[17] Taberî-Tarih C.1.S.165, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[18] Sâlebî-Arais s.110-111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[19] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[20] Sâlebî-Arais s.111.

[21] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[22] Sâlebî-Arais s.111.

[23] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kamil c.1,s.138.

[24] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.138.

[25] Veya en büyükleri olan Rubil (Ebülfida-Elbidaye
vennihaye C.1.S.200).

[26] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[27] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[28] Sâlebî-Arais s. 111 –112.

[29] Ebülferec ibn.Cevzî Tabsıra c.1,s.178.

[30] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[31] Sâlebî-Arais s.112.

[32] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[33] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.113,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[34] Aynı kaynaklar.

[35] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

[36] Salebî-Arais s.113, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[37] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178.

[38] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[39] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178-179.

[40] Sâlebî-Arais s.113.

[41] Taberî-Tarih c.1s.17O, Salebî-Arais s.113,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[42] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179.

[43] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[44] Sâlebî-Arais s.113.

[45] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[46] Salebî-Arais s.113.

[47] Taberî-Tarih c.1,s.170, Salebî-Arais s.113,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[48] Sâlebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.179.

[49] Sâlebî-Arais s.113.

[50] Salebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.179.

[51] Taberî-Tarih c.1,s.17O, 171, Sâlebî-Arais s.113,
İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[52] Taberî-Tarih c.1,8.171, Sâlebi-arais s.113.

[53] Aynı kaynaklar.

[54] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.103, Taberî-Tarih c.1,s.172,
Salebî-Arais s.114, ibn.Esir-Kâmil c.1 s 155.

[55] Sâlebî-Arais s.114.

[56] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[57] Sâlebî-Arais s. 114-115.

[58] Sâlebî-Arais s.115, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[59] Salebi-Arais s. 115.

[60] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[61] Taberî-Tarih c.1,s.176, Salebî-Arais s.116.

[62] Salebî-Arais s.116.

[63] Salebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[64] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[65] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil ds.141.

[66] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14t.

[67] Sâlebî-Arais s.116.

[68] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117,
Ebülferec-Tabsırac.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141,Ebütfida-Elbidaye
vennihaye c.1,s.202.

[69] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

[70] Sâlebî-Arais s.117.

[71] Taberî-Tarih c.1,s.171, 172, Sâlebî-Arais s.117.

[72] Taberî-Tarih c.1,s. 171, 172.

[73] Sâlebî-Araiss.117.

[74] Sâlebî-Arais s.117, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[75] Salebi-Arais S.118.

[76] Taberî-Tarih c.1,s.172, Şalebî-Arais s.118,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147.

[77] Taberî-Tarih c.1,s.172, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

[78] Sâlebî-Arais s.118, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.2O2.

[79] Sâlebi-Arais s.118.

[80] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.118,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.2O2.

[81] Taberî-Tarih c.1,s.172, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[82] Taberî-Tarih c.1,s.172-173, Sâlebî-Arais s.118,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/271-280.

[83] Sâlebî-Arais s.118.

[84] Taberî-Tarih c.1,s.173, Sâlebî-Arais s.118-119,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.142.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/280.

[85] Yâkub Aleyhisselâmın oğullarının sermayeleri: satmak
üzere Mısır’a götürdükleri yapağı, erimiş tereyağı (Taberî-Tefsir c.13,s.51,
Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) keş
peyniri veya ku­ru yoğurt, kavut (Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf
c.2,s.34O), deri, papuç. (Sâlebî-Arais s.130-136, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253)
gibi şeylerdi.

[86] Yûsuf Aleyhisselâm, ona: ismin nedir? diye sordu.
Bünyamin: Bünyamin! dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Bünyamin, ne demektir? diye
sordu. Doğduğu zaman, anası ölüp gaybolan, yiten demektir, dedi. Yûsuf
Aleyhisselâm: Ananın ismi nedir? diye sordu. Bünyamin: Râhıl’dir. dedi.
(Sâlebî-Arais s.131) Yûsuf Aleyhisselâm:

Yok olan o kardeşin Yusuf’a karşılık, benim, sana kardeş olmamı, arzu
eder misin? diye sordu. Bünyamin:

Ey Hükümdar! Senin benzerin bir kardeşi kim bulabilir?

Seni, ne Yâkub, ne de, Râhıl dünyaya getirmiş değil ki?! deyince, Yûsuf
Aleyhisselâm, ağladı. Kalkıp Bünya-min’in yanına vardı, onu, bağrına bastı.
(Sâlebî-Arais s.131, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra C.1,S.18O).

[87] Yûsuf Aleyhisselâm; çocukluk çağında annesi Râhıl’in
babası Laban’ın altın putunu alıp kırmış ve yola atmıştı. (Taberî-Tarih
c.1,s.183, Sâlebî-Arais s. 133)

Böyle yapmasını, kendisine, Müslüman olan annesinin emrettiği rivayet
edilir. (Sâlebî-Arais s. 133) Yâkub Aleyhisselâm, Dayısı ve kaim pederi Lebanın
yanından ayrılıp Beytülmakdis’e gideceği sırada, yol azık­ları bulunmadığı
için, Zevcesi Râhıl’in, oğlu Yûsuf Aleyhisselâma “Babamın putlarından bir
put al. Belki, yiye­ceğimizi onunla sağlarız, dediği ve onun da aldığı rivayeti
de, vardır. (Taberî-Tarih c.1,s.165).

[88] Rüzgâr, sekiz gecelik, günlük mesafeden, Yûsuf
Aleyhisselâmın kokusunu, Yâkub Aleyhisselâma getirmişti.

(Taberî-Tarih c.1,s.185, Sâlebî-Arais s. 138, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye C.1.S.216).

[89] Yûsuf: 4-98.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/281-292.

[90] Taberî-Tarih c.1,s.185, Salebî-Arais s.138,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.154.

[91] Sâlebi-Arais s. 139

[92] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.181, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.1,s.2l8, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

[93] Sâlebî-Arais s. 140

[94] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218

[95] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebi-Arais s. 140

[96] Sâlebî-Arais s. 139-140

[97] Mısır Kiralı Firavun’un da, karşılamağa gittiği
rivayet edilir. (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O)

[98] Taberî-Tarih c.1,s.186, Sâlebî-Arais s.140,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155

[99] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/293.

[100] Bu secde; namaz ve ibadet secdesi değil, Meleklerin,
Âdem Aleyhisselâma secdeleri kabilinden olup Ululama ve Selâmlama secdesi idi.
(Sâlebî-Arais s.29).

O zaman, insanların selâmları, birbirlerine secde etmekti. (Taberi-Tarih
c.1,s.1Ş6, Sâlebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) Bu da, alnı, yere
koymak suretiyle değil (Salebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) hâlen
krallara yapıldığı gibi selâmlama sırasında tevazu ile eğilmek suretiyle
yapılırdı. (İbn.Esîr-Kâmil c.1,s .155)

[101] YÛSüf: 99-101.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/293-294.

[102] Sâlebî-Araiss.140-141.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/294-295.

[103] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O,
Taberi-Tarih c.1,s.187, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.155, Muhyiddin b.Arabî-Muhadara
c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O, Ibn.Haldun-Tarih
c.2,ks.1,s.4l.

[104] Bakare: 133.

[105] Bakare: 132 .

[106] Yâkubî-Tarih c.1,s.31-32.

[107] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.141, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.156, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[108] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.198,
Salebî-Arais s.141, M.b.Arabî-Muhadaratülebrar c.1,s.126.

[109] Yâkubî-Tarih c.1,s.32, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.l,s.22O.

[110] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[111] Sâlebî-Arais s.141.

[112] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[113] Sâlebî-Arais s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.22O.

[114] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[115] Sâlebî-Arais s.141.

[116] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[117] Yâkubî-Tarih c.1,s.32.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/295-297.

[118] Taberî-Tarih c.1,s.178, Sâlebî-Arais s.118,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.147, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar C.1.S.127.

[119] Sâlebî-Arais s.128, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.21O.

[120]  Sâlebî-Arais s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.18O.

[121] İbn.Kuteybe-Uyûnul’ahbar c.2,s.4O4, Sâlebî-Arais
s.129, Hâzin-Tefsir c.3,s.27.

[122] İbn.Kuteybe-Uyûnul’ahbar c.2,s.4O4, Sâlebi-Arais
s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.18O, Hâzin c.3,s.27.

[123] Sâlebî-Arais s.129, Hâzın-Tefsir c.3,s.27.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/297.

[124] Sâlebî-Arais s. 128-129

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/297-298.

[125] Züleyha (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O).

[126] Taberî-Tarih c.1,s.178 Sâlebî-Arais s.128,
Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147

[127] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48

[128] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, 120, 121,
Buharî-Sahih c.1,s.38, c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen
c.5,s.3O9.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/298-299.

[129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.128, Taberî-Tarih c.1,s.172,
Salebî-Arais s.114, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.155.

[130] Yûsuf: 15, Taberî-Tarih c.1,s.171, Sâlebî-Arais s.114,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.198-199.

[131] Yûsuf: 6.

[132] Yûsuf: 24.

[133] En’am: 84, İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54.

[134] İbn.Habîb-Kitabülmuhabber s.467.

[135] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.167,
İbn.Esır-Kâmil c.1,s.147,Muhyiddin b.Arabî-muhadara c.1,s.127.

[136] Taberî-tarih c.1,s.187.

[137] Yâkubî-Tarih c.1,s.33, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s,.4O,
Sâlebî-Arais s.167.

[138] Mü’min: 34.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/299.

[139] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187,
Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, İbn.Arabî-Muhâdara c.1,s.127,
İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

[140] Bunun üzerine, İsrail oğullarından herkes, doğan
oğluna İmran, İmran ismindeki kimseler de, doğan oğulları­na Musa ismini
koymağa başladılar. (Sâlebî-Arais s.141).

[141] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.22O

[142] Sâlebî-Arais s.141-142

[143] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187,
Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, ibn.Arabî-Muhadara c.1,s.127,
İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41.

[144] Sâlebî-Arais s.142, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.1,s.22O.

[145] Taberî-Tarih c.1,s.187.

[146] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/300.

[147]ibn.Ebi-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed
b.Hanbel-Müsned c.3,s.148. Müslim-Sahih c.1,s.146, Beyhaki
Delâilünnübüwec.2,s.18,Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ
c.1,s.137, ibn.Esîr-Câmiul’usûl c.12,s.53, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.

[148] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.48.

[149] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.208-209, Buhari-Sahih
c.4,s.248.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
1/300-301.

İlgili Makaleler